IŞIK VAR AMA RUH NEREDE?
Eskiden bir dizinin başlamasını beklerdik. Gerçekten beklerdik. Gün sayardık, saati gelince çayımızı koyar, ekran başına geçerdik. Karakterleri gerçek insanlar gibi sever, hikâyeye kendimizi kaptırırdık. Şimdi ise her hafta onlarcası başlıyor, onlarcası final yapıyor. Kimi bir sezon bile sürmeden unutulup gidiyor. Peki ne oldu bize? Daha mı seçiciyiz artık, yoksa diziler mi aynı hikâyeyi farklı kaplarla sunmaya başladı?
Yeni dönem Türk dizilerine baktığımda şunu net görüyorum: Görsel kalite artmış, ışıklar, kameralar, mekanlar adeta bir sinema prodüksiyonu kalitesinde. Ama içeriğe geldiğimizde, çoğu zaman aynı aşk üçgeni, aynı travmalar ve maalesef birbirine benzeyen karakterler arasında sıkışıp kalıyoruz.
Tabii ki istisnalar var. Mesela son dönemde beni gerçekten etkileyen bazı yapımlar çıktı. Cesur senaryolar, derin karakter analizleri ve toplumun aynası olmayı başaran hikâyeler… Ama ne yazık ki çoğu zaman, cesur başlangıçlar ya sansürlere, ya da reyting kaygısına kurban gidiyor.
Oyunculuklar konusunda ise genç jenerasyonda büyük bir potansiyel var. Yeni yüzler, enerjik ve kameralara hâkim. Ancak o “rolü yaşamak” dediğimiz şey, hâlâ usta oyuncuların tekelinde gibi. Bir Haluk Bilginer’in gözleriyle verdiği duyguya, bir Fikret Kuşkan’ın sessizliğiyle yarattığı etkiye hâlâ kolay kolay ulaşamıyoruz.
Dijital platformlar da oyun değiştirici oldu elbette. Daha özgür, daha yaratıcı işler görüyoruz. Ama orada da bazen “fazla özgürlük” uğruna kaybolmuş anlatılarla karşılaşıyoruz. Kaliteli ama özensiz… Derin ama dağınık…
Ben artık bir dizide sadece “ne olacak?” sorusunu değil, “beni ne hissettirecek?” sorusunun cevabını arıyorum. İyi bir dizi, sadece senaryosu ile değil, atmosferiyle, müziğiyle, oyuncusuyla ruhumuza dokunmalı. Her şey dört dörtlük olmasa da, izleyiciye kendini kaptıracak bir dünya sunmalı.
Bugün yeni dizilere umutla bakıyorum ama gözlerim hâlâ eski dizilerin sahiciliğini arıyor. Belki de tek aradığımız şey, bir karakterin gözünden kendimizi görebilmek. İşte o zaman bir dizi, sadece bir yapım değil; bir yolculuk olur bizim için.
Yeni projelere, genç senaristlere, farklı yönetmenlere her zaman açık biriyim. Ama tek bir ricam var: Ne anlatırsanız anlatın, bize bir “his” bırakın.
Hadi Sizler İçin Günümüzden 3 Diziyi İnceleyelim
1. Eşref Rüya
Son dönemde izleyip de içime gerçekten dokunan nadir işlerden biri Eşref Rüya oldu. Senaryosunun şiir gibi aktığını söylemek abartı değil. Karakterler sahici, diyaloglar tok, atmosferse adeta bir edebiyat uyarlaması gibi. Oyunculuklar ise müthiş dengeli; abartıya kaçmadan duygu verebilen bir ekip var karşımızda. Dizi, sadece bir hikâye anlatmıyor, adeta bir ruh hali yaratıyor. İzlerken insan, hayatın içinden bir rüyaya düşmüş gibi hissediyor. Gerçekten sezonun en iddialı ve en zarif yapımlarından biri diyebilirim.
2. İnci Taneleri
Beklentinin çok yüksek olduğu bir diziydi İnci Taneleri. Ve açık konuşmak gerekirse, ilk birkaç bölümdeki atmosfer, Ahmet Kaya’nın şarkıları eşliğinde işlenen karakter çatışmaları oldukça etkileyiciydi. Ancak zaman geçtikçe, anlatının kendini tekrar ettiğini hissetmeye başladım. Replikler ve olay akışı, neredeyse hep aynı ton ve tempoda ilerliyor. Bir dizi, sadece güzel görüntü ya da ağır dramatik sahnelerle değil, beklenmedik kırılmalarla da izleyicisini ayakta tutmalı. İnci Taneleri, çok güçlü bir potansiyelle başladı ama o potansiyelin hakkını şu an için tam anlamıyla veremiyor gibi.
3. Arjen
Arjen belki çok konuşulan diziler arasında yer almıyor ama benim dikkatimi çeken gizli bir cevher diyebilirim. Psikolojik gerilimle dramı bu kadar zarif harmanlayan yerli bir iş izlemeyeli uzun zaman olmuştu. Karakterin iç dünyası, geçmişle hesaplaşmaları ve zaman zaman gerçeklikten kayış yaşayan yapısıyla, dizi izleyicisine hem sinematografik hem de düşünsel bir deneyim sunuyor. Kamera dili, oyunculuklar ve bölüm yapısı açısından cesur bir iş. Klişelere düşmeden ilerleyen, adım adım büyüyen bir dizi Arjen — ve bu tarz işlerin daha fazla desteklenmesi gerekiyor.
Burak AKAN
Senarist & Yönetmen