GÖSTERİ DEVAM EDİYOR AMA NE UĞRUNA?
Sinemaya aşık bir gözle baktığınızda, Hollywood kocaman bir oyuncak dükkanı gibi gelir insana. Her şey parlak, büyük ve dikkat çekici. Ama o oyuncakları elinize alıp biraz kurcaladığınızda, bazıları içi boş plastikten ibaret çıkar. İşte Hollywood sineması da tam olarak böyle bir yer; etkileyici ama çoğu zaman içeriğiyle değil, gösterisiyle ön planda.
Yönetmen koltuğunda oturan bazı isimler, sırf bütçeye hükmediyor diye “vizyoner” olarak pazarlanıyor. Zack Snyder… Evet, görsel olarak güçlü ama anlatım olarak bir çocuğun eline verilmiş pahalı bir oyuncak gibi. Gürültü var, görkem var ama hikâye ruhsuz. Michael Bay deseniz, patlamanın sanatını icat etmiş olabilir ama sinemanın özünü unutturan bir hız bağımlılığı yaratıyor.

Öte yandan Christopher Nolan gibi isimler, seyircisine hem zeka hem duygu vadeden işlerle geliyor. “Oppenheimer” ile yalnızca bir dönemi anlatmadı, karakterin içsel çöküşünü dev bir tuvalde resmetti. Denis Villeneuve, Ridley Scott’un bıraktığı yerden vizyonu devralmış gibi. Özellikle “Arrival” ve “Dune” filmleri, bugünün sinemasına neyin hâlâ “büyü” kattığını gösteriyor. Greta Gerwig ise “Barbie” gibi bir ikon üzerinden zekice bir sistem eleştirisi sunarak, anlatının sınırlarını eğlencenin içine ustaca yedirdi.
Gelelim oyunculara…
Tom Cruise hâlâ gişe getiriyor, ama artık kendi efsanesini tekrar eden bir otomatiğe dönüşmüş durumda. Her filmde aynı yüz, aynı kurtarıcı.
Bradley Cooper oyunculukta derinlik arıyor, çabalıyor ama her zaman o “fazla cilalı” görüntünün altında kayboluyor gibi.
Ryan Reynolds ise her filmde Deadpool gibi davranmaktan vazgeçebilirse, belki gerçek bir karakter yaratabilir. Mizahı var, evet, ama derinliği çoğu zaman yok.
Diğer tarafta ise sinemaya hâlâ karakterin içinden bakan oyuncular var. Joaquin Phoenix, rolün içine girmez, rolü kendine çeker. “Joker”de yaptığı sadece bir oyunculuk değil, bir akıl ve ruh yolculuğuydu.

Florence Pugh, genç yaşına rağmen dev bir ağırlık taşıyor her sahnede. Onu izlemek, kamera karşısında çıplak bir dürüstlüğe şahit olmak gibi.
Adam Driver, enerjisini bastırarak oynayan ve o bastırmanın içinden patlayan nadir oyunculardan.
Zendaya, popülerlikten gelip gerçekten oyunculuğa yönelen az sayıdaki genç isimden. “Euphoria”da gösterdiği performans, bir rolü taşımanın ötesinde, onu dönüştürmenin ne demek olduğunu anlatıyor.
Hollywood hâlâ bir vitrin, evet. Ama mesele sadece vitrin değil, rafların arkası. Gösteri devam ediyor ama ne uğruna? Orası, izleyenin ne aradığıyla ilgili. Benim için sinema hâlâ fikrin, tavrın ve duygunun kazandığı yer. Ve Hollywood’un içinde bu gerçeği hatırlatan az sayıda isim, o büyük sistemin arasından hâlâ parlamaya devam ediyor.
Burak AKAN