Burak Akan’dan: “Shakespeare – Yüzyılları Aşan Kalem, İnsan Ruhunun Sahnesi”
Bir insan düşünün ki, kalemiyle çağları aşsın; cümleleri yüzyıllar sonra bile bizi sarsmaya devam etsin. William Shakespeare… Onu sadece “dünya tiyatrosunun en büyük yazarı” diye tanımlamak eksik kalır. O aslında, insan ruhunun hem karanlık hem aydınlık yanını en çıplak hâliyle gözler önüne seren bir aynadır.
Shakespeare’i sahnede izleyen biri, aslında kendi hayatını izler. Hamlet’in tereddütleri, Macbeth’in ihtirası, Romeo’nun gözü kara aşkı… Bunlar sadece birer karakter değil, hepimizin içinde gizlenen duygular. Kimi zaman biz de Hamlet gibi karar vermekte zorlanır, Macbeth gibi hırsımızın kurbanı olur ya da Romeo misali aşk için her şeyi göze alırız.
İlginçtir ki Shakespeare, bundan dört yüz yıl önce kalemini oynattığında dünya bambaşkaydı. Krallar hüküm sürüyor, bilim henüz ilk adımlarını atıyordu. Ama bugün, teknoloji çağında bile onun satırları hâlâ capcanlı. Çünkü o, zamana değil insana yazdı. Ve insan, yüzyıllar geçse de aynı: seven, özleyen, kıskanan, hata yapan, pişman olan bir varlık.
Belki de bu yüzden Shakespeare, sahnelerden hiç inmedi. Oyunları hâlâ dünyanın dört bir yanında sergileniyor. Çünkü aslında hepimiz, fark etsek de etmesek de onun kaleminden çıkmış bir sahnede yaşıyoruz. Hepimiz biraz Hamlet, biraz Lady Macbeth, biraz da Desdemona’yız.
Bugün bir diziyi izlerken ya da bir filmde kahramanın yaşadığı ikileme tanıklık ederken, bilmeliyiz ki o duyguların kökeni çoktan Shakespeare’in sahnesinde oynanmıştı. İşte onun büyüklüğü burada: İnsanlığın değişmeyen kalbini, değişmeyen tutkularını anlatabilmek.
Shakespeare bize bir şey öğretiyor: Kendimizi anlamak için bazen bir tiyatro sahnesine bakmamız yeterli. Çünkü sahnede gördüğümüz sadece oyuncular değil, biziz. Ve belki de onun en büyük mirası, bu cesareti bize vermesi: Kendi ruhumuzla yüzleşme cesareti…